Son zamanlarda gezi rotalarında yer alan bir kent Krakow. Polonya‘nın bu görmüş geçirmiş kenti belli bir özelliği yüzünden benim de uzun süredir ilgimi çekiyordu. Sonunda görme şansına eriştim ve izlenimlerimi paylaşmak istedim. Krakow’a nasıl gidilir, Krakow’da ulaşım, Krakow’da ne yenir gibi genel bilgileri elbette kısaca vereceğim ama öncelikle belirteyim amacım belli bir dönemin yani 1939 ile 1945 arasının izini sürmekti. Yani bir tür tarih yolculuğu gibi düşünün isterseniz. İşte insanlığın en karanlık dönemlerinden birinin izinde Krakow gezi rehberi.

Her şey 1984 yılında başladı. Siyah beyaz bir fotoğraftı gördüğüm. Üzerinde 1 Eylül 1939 Polonya yazıyordu. Bir Alman uçağı, bir Polonya köyünü bombalıyordu. Üzerine kat kat hırkalar giymiş, başı örtülü yaşlı bir kadının korku dolu bir şekilde evinden kaçışını gösteriyordu fotoğraf. Evin çatısından alevler yükseliyordu. Öğrenci odamın duvarına astım o fotoğrafı ve yıllarca baktım. Her seferinde de “Bir gün bu ülkeye gideceğim” diye hayal ettim.

Rynek Glowny

Uzun yıllar sonra genel olarak tarihe özel olarak da İkinci Dünya Savaşı dönemine duyduğum ilgi beni Krakow’a çekti. Hem de kelimenin tam anlamıyla “gözümü karartarak” gittim bu kente. Ama bu ayrı bir hikaye ve onu da anlatırsam çok uzar. Oysa ben, çok büyük acılar yaşamış olmasına rağmen, hala güzelliğini koruyan ve hayata hep gülerek bakan çok yaşlı ama aslında yaşsız bir kadına benzettiğim bu şehri anlatmak istiyorum biraz. En çok da tarihin gördüğü en büyük trajedilerden birine tanık olan parçasını. Yani savaş yıllarından kalan anılarını…

Krakow’da gezilecek yerler: Savaş tarihinin izinde

Her sokağında, her semtinde farklı bir geçmişin izlerini taşıyan Krakow, başkent Varşova‘dan sonra Polonya’nın ikinci büyük, ama gördüğüm kadarıyla en turistik kenti. Kelimenin tam anlamıyla bir açık hava müzesi olan Krakow, ülkenin İkinci Dünya Savaşı’nda yerle bir olmayan az sayıdaki kentlerinden biri. Ortaçağ’dan Soğuk Savaş dönemine oradan da günümüze kadar çok katmanlı tarihi dokusunu korumayı başarmış. Bu tür ansiklopedik bilgileri bir yana bırakıp, dönelim Krakow şehrinde İkinci Dünya Savaşı’nın trajik izleri arasındaki gezimize.

Yolda geçen iki günü saymazsak kenti gezmeye ayırdığım beş günlük serüvenime Podgordze ile başlıyorum. Gitmek istediğim yer, öyküsü Steven Spielberg‘ün unutulmaz Schindler’in Listesi filmine de konu olan Oskar Schindler‘in fabrikası. Bu fabrika Krakow şehrinin merkezi olan ve Ortaçağ’dan kalma nefes kesen yapıların yer aldığı Rynek Glowny‘den biraz uzakta. Tramvayla 20 dakikada ulaşılabilen Podgorze bölgesinde. Burası kentin sanayi bölgesi.

Getto kahramanları meydani

Daha önce söylemiş miydim? Krakow’un her köşesinde İkinci Dünya Savaşı’nın trajik öyküleri gizli. Birinin peşinden giderken diğeriyle karşılaşıyorsunuz. İşte artık bir şehir müzesi haline dönüşen Schindler’in fabrikasına giderken tramvaydan indiğinizde karşınıza çıkan Plac Bohaterow Getta yani Getto Kahramanları Meydanı da bunlardan biri.

Erken sabah sessizliğinde öylesine sakin ve geçmişin acı anılarını öylesine hissettirir bir görüntüsü var ki. Bu küçücük meydanda demirden dökülmüş 37 tane demirden sandalye var. Hepsi bir insan boyutundan daha yüksek. Mimar Piotr Lewicki tarafından tasarlanan bu sandalyelerin bazılarının üzerinde dantelden kılıflar da var. Bu kadar hüzünlü olmasının nedenine gelince. Bir zamanlar insanların toplanıp sosyalleştiği bu küçük meydan, İkinci Dünya Savaşı sırasında gettodan getirilip ölüm kamplarına gönderilen Yahudilerin toplanma alanıymış. O sandalyeler de savaşta katledilen o insanların anısına meydana yerleştirilmiş.

Kartalın altındaki eczane: Çekmecelerde anılar gizli

Meydanın hemen bitişiğinde ise bir başka anı gizli. İlk bakışta çevredeki onlarcası gibi görünen bir bina ve altında bir eczane. Üzerinde “Apteka Pod Orlem” yani Kartalın Altındaki Eczane yazan bu kapıdan girdim ve gezdiğim yerlerde beni en çok etkileyen müzelerden birinin içinde buldum kendimi. Savaş sırasında birçok Yahudi’nin hayatını kurtardığı bilinen Tadeusz Pankiewicz‘in eczanesi burası. İçeride o dönemde kullandığı eşyalar, ilaçlar, çekmeceler dolusu siyah beyaz fotoğraf, uyuduğu yatak, telefonu, gardrobu… Bu müze eczaneyi gezerken öylesine geçmişe gidiyorsunuz ki tekrar dışarı çıktığınızda bugüne dönmekte zorlanıyorsunuz.

Gördünüz ya amacımız Oskar Schindler’in fabrikasını ziyaret etmekti ama daha oraya ulaşmadan 1939 ile 1945 arasının birçok anısıyla yüzleştik.

Oskar Schindler’in fabrikasından şehir müzesine

Sonunda Schindler’ın fabrikasına ulaştık. Meydandan yürüme mesafesiyle 15- 20 dakika uzakta burası. Binaya uzaktan bakınca Schindler’in Listesi filminin sahnelerini hatırlıyorsunuz. Epey sırada bekledikten sonra işte içeridesiniz. Fakat filmi izleyip de burada da bir fabrikadan geriye kalanlarla karşılayacağınızı sanıyorsanız hayal kırıklığına uğrarsınız.

Çünkü fabrika savaştan hemen sonra taşınmış zaten. Burası Krakow şehrinin çeşitli dönemlerini yansıtan bir şehir müzesi artık. Fakat ağırlık yine İkinci Dünya Savaşı döneminde. Müzenin beni en çok etkileyen bölümü ise bana gerçekten de bir gettoya hapsedildiğim hissi veren bölüm oldu. O daracık, yoksulluk ve acı kokan sokaklarda yürüyorsunuz, etrafınızda acılı yüzleriyle yaşlılar, çocuklar. İtiraf edeyim müzenin bu bölümünde gezerken kendimi bir gettoda olmadığıma inandırabilmek için sürekli yanımdaki arkadaşa sorular sordum.

Sonra köşeyi dönüyorsunuz ve beyaz renkli heykeller eşliğinde getto odalarının canlandırıldığı bölüme ulaşıyorsunuz. Yoksul odalar, yaşlı bir kadın, annesinin boynuna sarılmış bir çocuk, traş olmaya çalışan bir adam, daracık odasında ilkel şartlarda duş almış bir kadın… En etkileyicisi de sesler! Getto insanlarının konuşmalarını canlandıran o ses kayıtları. Ağlayan, iç çeken, telaş içinde, kaygılı kelimeler, konuşmalar. Kadın sesleri, erkek sesleri, çocuk sesleri ve fısıltılar. Üstelik ne konuşulduğunu anlamıyorsunuz bile. Bir itiraf daha. Hayatım boyunca bulduğum her fırsatta her çeşit müzeyi gezdim ve bunu çok severim. Ama burada kelimenin tam anlamıyla korktum! Büyük bir dehşete kapıldım. Geçmişte birkaç tane işkence müzesi de gezmiştim ama oralarda böyle hissetmemiştim.

Fakat Schindler’in fabrikasında oluşturulan müzede böyle sarsılmışken bir sonraki müzede başıma geleceklerden henüz haberim yoktu!

Bir zamanlar Gestapo’nun merkeziydi

Şimdi… Burada bir not: Schindlerin fabrikasının girişinde bilet satışı sırasında size seçenekler sunuluyor. Bunlardan biri de kombine tur. Yani yaklaşık 40 TL’lik bilet alırsanız üç tane ayrı müze gezebiliyorsunuz. Biri Schindler’in fabrikası, diğeri Kartalın Altındaki Eczane Müzesi bir diğeri de Pomorska Caddesi’ndeki Gestapo Merkezi. Yani yine İkinci Dünya Savaşı’ndan insan öyküleri… Bu kombine bileti kullanıp üç müzeyi gezmek için de 7 günlük süreniz var.

Mahkumlar acılarını duvarlara kazımış

Neyse.. Sözü uzatmayalım. Elbette bu kombine bilet şansını değerlendirdik ve Podgorze’daki iki müzeyi gezdikten sonra şehrin diğer ucundaki Pomorska Caddesi’nde yer alan müzeye doğru yollandık. Aslında küçük küçük iki mekanda yer alan bu müzede iki kalıcı sergi var: Terör Zamanlarında Krakow’un İnsanları: 1939- 1945- 1959. Bu sergiler, iki totaliter rejim, yani Nazizm ve komünizm dönemindeki Krakow’dan manzaralar sunuyor. Serginin ilk bölümü fazla sarsıcı değil. Nazizm ve komünizm dönemlerini yansıtan çeşitli objeler, Lehçe ve Rusça yazılmış yol tabelaları, Almanca duvar ilanları…

Sonra küçük binadan çıktığınızda sizi başka bir küçük binaya yönlendiriyorlar ki orası bu ilk bölümden çok daha sarsıcı. Burası İkinci Dünya Savaşı döneminde Gestapo’nun merkezi olarak kullanılan bir bina ve alt katında da tutukluların kaldığı hücreler var. Zamanın aşındırdığı kalın ve korkunç kapılar ve onların ardında daracık hücreler. Boyutu en fazla 15 adım olan hücrelerin boyaları dökülmüş duvarlarında ise mahkumların yazdığı, kazıdığı yazılar. Kimi sevdiğinin ismini yazmış, kimi umutsuzluğunu kazımış duvarlara, kimi gözyaşlarını ve buradan asla çıkamayacağını. Ki muhtemelen çoğu bir daha gün ışığını göremeden öldü burada. Mahkumların hepsi de duvarlara o yazıları kazıdıkları günün tarihini atmışlar. 3 Haziran 1941, 2 Eylül 1943.. Bu daracık hücreleri görmek gerçekten çok sarsıcı bir deneyim oldu benim için. Kitaplarda okurken gözümde canlandırdığım o hücreler, o mahkumlar, duvarlara yazılan yazılarla ete kemiğe büründü ve uzun bir süre o duvarların karşısında hareketsiz kalmama neden oldu.

Krakow’a gelirken tüm bu müzeleri gezmeyi planlamıştım elbet ama bu kadar etkileneceğimi hiç hesaba katmamıştım doğrusu.

Tüyler ürperten ölüm kompleksi: Auschwitz- Birkenau Toplama Kampı

Kaldı ki daha nefesimi tamamen kesecek olan o korku imparatorluğuna gitmemiştim. Neresi mi orası? İkinci Dünya Savaşı’nın… hayır sadece onun değil insanoğlunun kötülükte nerelere kadar gideceğinin kocaman ve tüyler ürpertici bir anıtı olan Auschwitz Birkenau Toplama Kampı.

Krakow’da turistlerin en çok ziyaret ettiği yer belki de burası. Rynek Glowny yakınlarında birçok acente, kampın bulunduğu Oswiecim‘e tur düzenliyor. Ama biz hiçbirine katılmadık ve altı kişilik grubumuzdan ben ve bir arkadaşım kendi başımıza gitmeye karar verdik. Diğerleri bir kez gördüklerini ve bir daha dayanamayacaklarını söyledi. Aslında turlara katılmadan kamplara gitmek çok daha ekonomik. Sadece sabah saat 10:00’dan önce orada olmanız gerekiyor. Bunun için de Krakow’un büyük alışveriş merkezi Galeria Krakowska‘nın hemen yanındaki otogardan bilet almanız yeterli. Bilet fiyatı gidiş 15 Zloty, dönüş 16 Zloty, yolculuk bir buçuk saati buluyor.

Auschcwitz

Bu iki bölümden oluşan ölüm ve işkence kompleksinin ilk durağı Aushcwitz. Sabahın erken saatinde bile kalabalık olan sıraya girdik. Sonra bir görevli elinde biletlerle geldi ve rehbersiz girecek olanlara bu biletleri dağıttı. Yani eğer rehberli tur ya da elektronik rehber almıyorsanız giriş bedava. Hemen hatırlatayım şehir merkezinden tur satın alırsanız fiyatları 120 Zloty’den başlayıp 160 Zloty’ye kadar çıkıyor.

Sıkı bir güvenlik kontrolünün ardından kampa giriyorsunuz ve hala sağlam görünen birkaç binayı geçtikten sonra karşınıza bir nöbetçi kulübesi ile üzerinde Arbeit Macht Frei yani “çalışmak özgürleştirir” yazan o kapı çıkıyor. İşte o kapının altından geçerken büyük bir tedirginlik duyuyor insan. Hele sabahın ilk saatlerinde güneş daha bulutların ardından çıkmamışken. Birkaç dakika duraksadıktan sonra o kapıdan içeri girdik ben ve arkadaşım…

Bloklarda çeşitli sergiler var, soykırımın kanıtları olarak gözler önüne seriliyor. Belki de fotoğraflarını defalarca gördüğünüz o saç yığınları, protezler, bavullar, çantalar, fırçalar.. Kampta yaşama koşullarını, korkunç tıbbi deneyleri, insanların nasıl yerlerinden yurtlarından koparılıp gettolara sonra da ölüme gönderildiğini konu alan sergiler..

Bütün bunlara dayanıyorsunuz bir şekilde ama o ayakkabı yığınları, hele de küçücük çocuk ayakkabıları sizi kelimenin tam anlamıyla allak bullak ediyor ve kafanızın içinde sorgulamaya başlıyorsunuz her şeyi. Bütün bunlar bir yana beni en çok etkileyen ise duvarda bir camekanın içinde sergilenen kadın elbisesi oldu. Rengarenk bir yazlık elbise, üzerinde kumaşına hiç uygun olmayan renklerde yamalar… Tarihin bütün acıları bu elbisenin yamalarında toplanmış ve haykırıyordu sanki.
O andan sonra o kampın içinde bir daha fotoğraf çekemedim. Döndükten sonra da orada çektiğim diğer fotoğraflara hiç bakamadım.

Daha sonra bu ilk kamptan ayrıldıktan sonra sürekli sefer yapan otobüslerle ikinci kampa yani Auschwitz Birkenau’ya doğru yola çıktık.

Ölümün bir kokusu var ve onu hissettik!

Ve işte kapı. Yüzlerce insanı yutmaya hazırlanan dev bin canavarın kocaman ağzı gibi açılmış o kapıdan da geçtik. Tren rayları, sağdan sola, soldan sağa uzayan tren rayları.. Kocaman bir boşluk ve o boşluğun içinde bazılarının sadece bacaları ayakta kalabilmiş barakalar. Sağda ve solda ve sonsuza kadar uzuyor sanki. Kenarda nöbetçi kulübeleri, dikenli teller ve yine barakalar, barakalar.

Daha önce burayı görüp de anlatanlara inanmıyordum ama bu ikinci kampta gerçekten de ölümün kokusunu hissettim. Hatta o pırıl pırıl mavi gökyüzünün altında havada asılıydı ölüm. Elimi uzatsam dokunacaktım sanki. O ölüm kokulu toprağın üzerinde sarı ve beyaz papatyalar açmıştı, üzerlerine arılar konuyordu neşeyle. Barakalar kapalı olduğu için kampın girişindeki örnek barakaları gezdik. İnsanların açlık ve soğuk içinde üst üste yattığı belki de son uykularını uyuduğu o tahta ranzalar. Onlarca kişinin aynı anda kullandığı, sadece bir delikten ibaret olan tuvaletler. Ve ilk kampta gördüğüm, belki de dedelerinin öldüğü yerlere bakarak ağlayan ,üniformaları içindeki İsrail askerleri. İnsan böyle bir yere adım atınca kafasına birçok şeyi sorguluyor elbette.

Arkadaşım ve ben tek kelime etmeden kampın çıkış kapısına ulaştık. Kampın çıkış kapısı! Binlerce insanın çıkamadığı o kapı. Bir grup, kapının önünde dua ediyordu. O ölüm ülkesinden ayrıldığımıza inanamadan bizi Krakow’a götürecek olan otobüse doğru yürüdük. Elbette kaldığımız yerin yolunu tuttuk ve o geceyi yemek bile yemeden kapattık.

Yolunuz Krakow’a düşer ve kamplara gitmek isterseniz bence bunu son güne bırakmayın. Aksi halde bu güzel şehirden aklınızda kalan son şey ölümün kokusu olur!

Schindler’in Listesi filminin mekanlarından birinde

Krakow KazmiersKrakow’un en çok turist çeken bölgelerinden biri de bir zamanlar Yahudilerin yaşadığı Kazimierz. Şehrin kalbinin attığı yerlerden biri burası. Artık bu bölgenin eski sakinleri yok elbette. Ama Kazimierz, Krakow’un bohem semti olarak hala gözde. Meydandaki büfelerde ucuza karnınızı doyurabilirsiniz. Ya da eski sinagog tarafındaki daha şık kafe ve restoranlarda vakit geçirebilirsiniz. Eski ama hala güzelliğini koruyan binaların yüzeylerini süsleyen graffitileri ya da çizimleri izleyebilirsiniz.

Kazimierz deyince… Burada günlerce dolaşabilirsiniz elbet ama bence yolunuz buraya düşerse Schindler’in Listesi filminden de hafızalara kazınan bir bina var ki orayı da gezmeden gelmeyin. Filmi bilenler hatırlar, gettonun boşaltılma sahnesinin çekildiği binanın avlusu burası. Şimdi bir birahane ve arka tarafı çöp konteyner’larıyla dolu. Ama insan buralara kadar gelmişken bu ünlü avluyu da görmeden edemez değil mi?

Biraz da Demir Perde dönemine gidelim

Krako Hova HutaHer ne kadar Krakow’a gitmekteki asıl amacım İkinci Dünya Savaşı’nın izlerini sürmek olsa da kentin ilgimi çok fazla çeken bir başka bölgesi de vardı ki o da komünizm dönemini yansıtan Howa Huta. Sovyet sistemi örnek alınarak inşa edilen bu bölge, önceleri Krakow’dan bağımsızmış. Ancak sonra tramvay bağlantısı sağlanınca Krakow’un bir semti haline gelmiş. Merkezden yaklaşık 25 dakikalık bir tramvay yolculuğuyla ulaşılan Howa Huta, mimarisiyle gerçekten de eski SSCB’nin bazı şehirlerine çok benziyor.

Bu bölgede de ilgi çekici bir müze var: Komunist Rejim Altında Polonya. Eski sinema binasındaki bu müzede de ülkenin yakın tarihine bir yolculuk yapabilirsiniz. Ama müzenin bence asıl ilgi çekici bölümü, sığınak olarak düzenlenen bodrum katında. Bu bölümde bir nükleer saldırı tehdidine karşı alınan önlemler yansıtılıyor. Gaz maskeleri, özel giysiler, saldırı sırasında toplanılacak sığınak düzenlemesi, havalandırma tertibatı, haberleşme cihazları. Sanki gerçekten de Soğuk Savaş dönemine götürüyor sizi. Müzenin girişinde ise komünist dönem evlerinden bir örnek canlandırılmış. Mobilyalar, perdeler, ev eşyaları.. Kendinizi eski bir Sovyet filminin içine düşmüş sanabilirsiniz. Unutmadan bu bölgede bir de kocaman bir park ve yapay gölet var ki görmeye değer.

Köprü değil müze sanki!

Krakow Father Bernatek KöprüsüUnutmadan anlatayım. Podgorze ile Kazimierz’i birbirine bağlayan köprülerden biri var ki eşine dünyada az rastlanır türden. Father Bernatek Footbridge ya da diğer adıyla Aşıklar Köprüsü. Köprünün kemerleri üzerinde aşıkların isimlerinin yazılı olduğu kilitler asılı. Ama köprünün özelliği bu değil. Sadece yürüyerek ya da bisikletle geçebileceğiniz bu köprünün en önemli özelliği her iki yanınızda yükselen ve yer çekimine meydan okuyan heykeller. Sirk cambazlarını konu alan bu heykellerin her birini dakikalarca izleyebilirsiniz.

Bu arada bu köprüye ulaşmadan önce yine Podgorze bölgesinde bir zamanlar var olan gettodan geriye sadece dış duvarının bir parçası kalmış. Üzerindeki anı plaketiyle birlikte turistlerin ilgisini çeken yerlerden biri burası da.

Krakow’da Türk şehitliği

Bu arada Krakow’da bir Türk şehitliği olduğunu biliyor musunuz? Ağustos 1916’da Uzunköprü ve Alpullu’dan yola çıkıp Krakow’a, oradan da doğuya ilerleyerek 1917 yılının yaz aylarına kadar bu cephede savaşan 15. Kolordu, bu süre içinde 1000’den fazla şehit verdi. İşte o şehitlerin anısına Krakow şehrinde Rakowicki Mezarlığı içinde sembolik bir şehitlik bulunuyor.

Herkesin Krakow’u kendine

Elbette Krakow’un gezilecek yerleri bunlarla sınırlı değil. Özellikle kentin ana meydanı Rynek Glowny, bütün haşmetiyle St. Mary Bazilikası, Aziz Florian Kapısı, Barbakan, Şehir Kulesi, Wawel Kalesi ve elbette kentin en işlek caddesi Florianska ve benim Tarnow‘a gitmeyi tercih ettiğim için görmediğim Wieliczka tuz madeni. Ben sadece, belli bir tema etrafında şekillendirdiğim gezinin izlenimlerini anlattım.

Her ne kadar yukarıda anlattığım trajik anılar yüzünden “Bir daha buraya geleceğimi sanmıyorum” desem de aslında içimden bir ses oraya bir daha gideceğimi çünkü sevdiğim kentleri bir kere görmekle yetinmeyeceğimi söylüyor. Tuz madenini de o zaman ziyaret edeceğim.

Krakow Hakkında Bilgiler

Polonya’nın Krakow şehri hakkında genel bilgilere ulaşım ile başlayayım. Biz THY ile gitmeyi tercih ettik. Ama İstanbul’dan Krakow şehrine direkt sefer yok. O yüzden önce Varşova’ya gidip sonra trenle Krakow’a yolculuk ettik. Dönüşte de aynı yolu tersten izledik. Tren yolculuğu 4 saat sürüyor ama o kadar keyifli ki nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz bile.

Krakow ulaşım

Metro yok. Fakat mükemmel bir tramvay sistemi var. Bilet fiyatları, gideceğiniz istikamete göre değişiyor. Seyahatiniz kaç dakika sürecekse ona göre bilet alıyorsunuz. Hemen akıllara geleceğini bildiğim için söylüyorum: Bu konuda hile yapan Polonyalı’ya rastlamadım!

Krakow’da ne yenilir?

Bu konuda harika bir şehir Krakow. Özellikle Rynek Glowny çevresinde sayısız restoran ve kafe var. Florianska Caddesi de boydan boya kafe ve restoranlarla dolu. Kazimierz bölgesinde de seçenek çok. Üstelik yeme içme çok da pahalı değil. Bana sorarsanız bir gün çılgınlığına bile tanık olduğum pierogi‘yi denemeden dönmeyin. Sürpriz! Bu yiyecek aslında Türkiye’de de çok tükettiğimiz bir yiyeceğe benziyor. Bazıları buna Polonya mantısı diyor ve tatlı niyetine yenileni bile var. Gece hayatı istiyorsanız Kazimierz bölgesi gerçekten hareketli.

Bu arada Krakow şehrinde iyi vakit geçirmek için mutlaka bir bara ya da kulübe gitmenize gerek yok. Rynek Glowny’nin yer yanı konser alanı neredeyse. Yaşlısı genci herkes becerilerini sergiliyor. Cazdan sıkılırsanız klasik müzik perfomansçılarını dinleyin ondan da sıkılırsanız break dance yapan bile var. Üstelik bedava. Yani eğer birkaç zloty vermek isterseniz veriyorsunuz ama kimse sizi bunun için zorlamıyor.

Krakow’da hangi dil konuşuluyor?

Polonya’da Lehçe konuşuluyor. Ama Krakow öğrenci nüfusunun yoğun olduğu bir şehir. Bu yüzden dil konusunda korkmayın. En çok İngilizce konuşuluyor. Üstelik kent merkezindeki yaşlılar da sizi anlayabilecek kadar İngilizce biliyor. Eğer İngilizce ile aranız iyi değilse onu da dert etmeyin. Orta yaşın üzerindekilerin pek çoğu gayet iyi biçimde Rusça konuşabiliyor. Hepsini bir yana bırakın kent halkı öylesine cana yakın ki hiçbir ortak dil bulunamasa bile size yardımcı olmak için ellerinden geleni yapıyorlar.

Son olarak yolunuz düşerse kentte bir sürü kepabçı göreceksiniz. İçeri girip “abi bir İskender” demeyin, sizi anlamazlar. Çünkü kebapçıların hemen hemen hepsi Arap. Bir de özellikle Podgorze bölgesinde bağımlılık yapacak kadar nefis pastalar satan çok tatlı mekanlar bulmak mümkün.

Yazar hakkında: Nazan Mengü

Krakow Nazan Mengü kimdir

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. Dört yıllık okulunu altı yılda tamamlayıp yazılı basında çalışmaya başladı. Yıllarca kültür sanat muhabirliği yaptı. O dönemde arkeolojik kazı bölgelerine düzenlenen iş gezilerini hiç kaçırmazdı. Sonra birden kendini internet medyasında magazin editörü olarak buldu. Hollywood ünlülerinin nereye gittiği kiminle gezip dolaştığı “mesleki ilgi alanına” giriyor. İkinci Yeni şairlerinin hayranı. Uçak korkusuna yenilmediği zamanlarda gezmeyi seviyor. Aslında en büyük hayali “gezip gezip yazmak”, yani seyahat yazarı olmak. Turistik kataloglara mesafeli yaklaşır, gezmeden önce “dersine çalışır”. Eski Doğu bloku ülkeleri özel ilgi alanına girer.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz