Sankt Petersburg ya da Türkiye‘de daha yaygın bilinen adı ile St. Petersburg Rusya‘nın başkent Moskova‘dan sonra en bilinen şehri. 1703 yılında Rus Çarı Petro tarafından kurulan şehir 200 yılı aşkın süre de Çarlık Rusyası’nın da başkenti olmuş. Moskova’nın yaklaşık 715 km kuzeybatısında yer alan şehir bugün Rusya’nın kültür başkenti olarak biliniyor. Bir dönem Leningrad olarak da anılan şehrin adını eski Devlet başkanı Boris Yeltsin yeniden St Petersburg olarak değiştirmiş. Rusya’nın ikinci Avrupa‘nın ise 4. büyük kenti olan St Petersburg Baltık Denizi kıyısında Neva nehri üzerinde 42 adaya yayılmış, bu sebeple de teknelerle gezilebilen bir rüya şehri.
Rusya’nın beyaz geceleri ile meşhur şehri St. Petersburg’a gitmeden önce bilmeniz gereken bazı önemli bilgiler var. Şehirde Rusça konuşuluyor. Rusya’nın büyük şehri olduğu için İngilizce bilen kişiler bulmak diğer şehirlere göre daha kolay olsa da yine de Google Translateiniz yanınızda olsun. Türk vatandaşlarının buraya gidebilmek için Rusya’dan vize alması gerekiyor. Bir dönem vizesiz gitmek mümkündü ama Rusya krizi ile bu güzel günler sona erdi. Rusya’da para birimi Rus Rublesi. Temmuz 2019 itibari ile 1 TL = 11,33 Rus Rublesi yapıyor. St Petersburg Moskova ile birlikte ülkenin en pahalı şehirleri.
Bloğumun önemli konuk yazarlarından değerli gazeteci dostum Nazan Mengü, St Petersburg’da gezilecek yerler, St Petersburg’da nerede ne yenir ne içilir, St gitmeden önce bilmeniz gerekenler gibi detayları ile birlikte St Petersburg gezi notlarını bloğumda paylaştı. Onun kendine has keyifli üslubu ile hazırladığı yazısı ile sizleri baş başa bırakayım.
St Petersburg Gezi Rehberi
Hani derler ya “bir kere gittiyseniz asla unutamazsınız, yolunuz mutlaka birkaç kez daha düşer” .. İşte ‘Rusya’nın Batı’ya açılan penceresi’ diye nitelendirilen Sankt Petersburg da böyle şehirlerden biri. Geçen yıl havaalanına adım attığımız anda “ilk görüşte aşık olduğumuz” bu şehir, bu yıl bir kez daha ‘çağırdı’ bizi… Hiç unutmamıştık ki zaten… Uzun süredir görmediğimiz sevgilimizle buluşacakmış gibi heyecanla gittik yine. Ben ve seyahat arkadaşım…
Geçen yıl Temmuz ayında İstanbul‘dan daha sıcak olan St. Petersburg bu yıl yine aynı dönemde bildiğiniz Kasım soğuğuyla karşıladı bizi. Kaldığımız 17 gün boyunca sadece 3 ya da 4 kez güneşi gördük. Ama tüm bunlar bizi yıldırmadı. Sarınıp sarmalanıp “güzel aşkımızın” dört bir yanını gezdik. İyi, kötü, mutlu ve hüzünlü bin bir yüzünü gördük. Ve onu yine sevdik, hep sevdik.
Bizim Deli Petro Batılıların ise Büyük Petro diye isimlendirdiği Çar 1. Petro tarafından 1703 yılında kurulduğu, 42 adadan oluşan bir şehir olduğu gibi ansiklopedik bilgileri burada bir kenara bırakalım isterseniz. Elbette bu güzel şehre gitmeden önce “dersinize çalışmanız” gerekiyor. Ama isterseniz gelin biz St.Petersburg’un içine, kenarına, köşesine gidelim, kulelerine tırmanıp, sokaklarının, kanallarının altına iyice bir “dalalım”.
St Petersburg gezilecek yerler
Sanata, tarihe özellikle de edebiyata meraklıysanız St. Petersburg içinde kaybolup gideceğiniz düş gibi bir şehir. Dostoyevski, Puşkin, Anna Ahmadova, Vladimir Nabakov gibi ustaların müze haline getirilen evleri, elbette her köşesini gezmeye belki de ömrünüzü harcamanız gereken Hermatiga Müzesi, Tsarskoye Selo ya da Puşkin’deki görkemli saray ve bahçeler, Peterhof, St. Isaac Katedrali ve elbette şehrin kalbi olan Nevsky Caddesi bu şehre gittiğinizde adım atmanız gereken yerler.
Ama gelin isterseniz bu kez farklı bir yol izleyip “güzeller güzeli St. Petersburg’a önce “kalelerden, kulelerden” bakalım sonra da makyajsız yüzünü yani turistik rehberlerin ön sayfalarında yer almayan hazinelerini keşfedelim.
St. Petersburg’u kuşbakışı seyretmek için size önereceğimiz üç yer var . Bunlardan biri Smolny Katedrali. Bahçesine girdiğiniz anda sizi etkisine alan bu görkemli yapı, kentteki birçok eser gibi İtalyan asıllı mimar Bartolomeo Rastrelli’nin imzasını taşıyor.
Mavi beyaz bu katedral, Çariçe Elizaveta tarafında kızlar için rahibe okulu olarak planlanmış aslında. Yapımı 1748 yılında başlamış. Ancak Çariçe’nin ölümü ve Rastrelli’nin Çariçe Katerina tarafından görevden alınması nedeniyle duraklamalara uğrayarak 1835’te tamamlanmış. Sakın üşenmeyin ve önünüzde uzanan 277 basamağı tırmanın.
Katedralin 50 metrelik çan kulesine ulaşmayı başarırsanız sizi inanılmaz bir manzara bekliyor. Bu arada, elbette Smolny Katedrali’nin muhteşem mimarisi de bu konuşla ilgilenenler için ayrı bir heyecan.
St. Petersburg’u yükseklerden izleyebileceğiniz yerlerden biri de St. Isaac Katedrali. Bu, Ortodoks dünyasının en yüksek katedrali. Zaten daha dışarıdan görür görmez önce bir durup derin derin nefes alıyor sonra da gişeye doğru ilerliyorsunuz.
İki bilet alıyorsunuz; biri müze için diğeri de katedralin tepesine çıkmak için. Burada da 300 basamak sizi bekliyor. Sabırla tırmandığınızda iki farklı manzara göreceksiniz, sakın şaşırmayın. Muhteşem Neva nehri, Peter Paul Kalesi, Hermitage Müzesi yani kışlık saray aşağılardan size göz kırpıyor.
Başınızı biraz daha çevirince de göreceğiniz manzara: Çatılar çatılar ve yine çatılar… Bir yanda St. Petersburg’un büyülü yanı diğer yanda da gerçek yüzü. Ama şunu söyleyelim; şehrin “öteki yüzü” de öyle bizim büyük kentlerde alışık olduğumuz gibi karma karışık ya da insanın içini bunaltan türden değil.
Tüm binaların boyu eşit yükseklikte. Gökyüzündeki bulutlar bile başka türlü görünüyor. Bu arada kulede gezerken etrafınızda bazı çiftlerin sarılıp öpüştüğünü göreceksiniz. Fazla takılmayın, çünkü belli ki burası insanı kelimenin tam anlamıyla aşka getiriyor.
St. Petersburg’a tepelerden bakmak bizim çok hoşumuza gitti ve bu yüzden biraz daha açılmaya karar verdik. Bu sefer rotamız, geziye çıkmadan aylar önce internette tamamen şans eseri keşfettiğimiz Vyborg. (Böylesine güzel bir yeri böyle geç keşfetmek belki de bizim ayıbımız , bilinmez.)
Bu Ortaçağ kentine ulaşabilmek için önce yapılması gereken Finlandski Tren İstasyonu’na gitmek. Oradan alacağınız bir tren biletiyle kendinizi bambaşka bir dünyada bulacaksınız. Hatta belki geri dönmek bile istemeyeceksiniz.
St. Petersburg’a 130 km, Finlandiya‘ya 30 km uzaklıkta olan bu kent, 1300’lerden 1700’lere kadar İsveç’in egemenliğinde kalmış. Sonra sırasıyla Rusya’ya, yeniden Finlandiya’ya yine Rusya’ya ardından yine Finlandiya’ya geçmiş. İkinci Dünya Savaşı’nın son döneminde yani 1944 yılında ise kent Rusya’ya geçmiş. Yaklaşık 80 Bin kişinin yaşadığı bu kasabaya Ruslar Vyborg (okunuşuyla Viberk, son hecesi vurgulu ve sert) Finliler Viipuri, İsveçliler Viborg diyor.
Eski ve yeni diye iki bölüme ayrılan Vyborg’in en önemli simgesi Ortaçağ’dan kalma kalesi. Bir tepe üzerine inşa edilen, etrafı su dolu hendekle çevrili olan kale, daha kapısına yaklaşır yaklaşmaz sizi Ortaçağ’a götürüyor zaten. Bu kaleyi 1200’lü yıllarda İsveçliler yapmış. St. Petersburg’daki müzelerle kıyaslandığında bedava sayılabilecek bir ücret karşılığı kalenin kapısından girdiğinizde ruhunuz da Ortaçağ’a dönmüş oluyor.
Parke kaplı yoldan yukarıya doğru ilerlerken sol yanınızda ince bir işçilikle yapılmış ahşap kapılar, hemen üzerlerindeki lambalar, kapıların yanına yerleştirilmiş toplar uzanıp gidiyor. Bu arada eğer kuleye çıkmak istiyorsanız, girişin yanındaki kasadan ayrıca bilet almanız gerekiyor.
Çekinmeyin Galata Kulesi’nden daha alçak
Her ne kadar binanın içerisi restore ediliyor olsa da, gittikçe daralan merdivenler yüzünden epey zorlu bir tırmanış sizi beklese de Vyborg’in en güzel manzarası bu kulenin tepesinde. Kulenin yüksekliği 48 metre. Yani 63 metrelik Galata Kulesi’nden daha kısa.
Eğer bu güzel kasabaya gidip kuleye tırmanacaksanız hemen hatırlatalım. Kuleden göreceğiniz manzara soluk kesici. Ama soluğunuzu kesen şey bastığınız yerin darlığı ve o yükseklikte karşılaşacağınız kalabalık da olabilir.
Kendinizi güvene aldıktan sonra başınızı kaldırıp etrafta uzanan muhteşem manzaranın tadını çıkarın. Bakışlarınızla; gözünüzün görebildiği her yere ulaşabilmek mümkün çünkü. Kulenin bir yanından bakınca, Vyborg’in Batı Avrupa kasabalarını andıran rengarenk evlerini, diğer yanından bakınca önünüzde uzanan yeşillikleri, yeni şehri, Fin Körfezi’ni görmeniz mümkün.
Kuleden indikten sonra da kentin görmüş geçirmiş eski sokaklarına bırakın kendinizi. Daracık sokakların bir çoğu bir ucundan maviliklere açılıyor. İki yanınızda eski ama güzelliğinden hiçbir şey yitirmemiş binalar uzanıyor.
Bu arada Vyborg ile ilgili küçük bir not. Trenle kasabaya doğru yaklaşırken ve hatta kasabanın içinde gezinirken St. Petersburg’da ya da Moskova’da alışık olduğumuz mimari tarzının değiştiğiniz fark ediyorsunuz. Yol üzerindeki evler; Fin ya da İsveç mimarisini anımsatıyor. Kentin bazı bölgeleri de görsel olarak tıpkı Batı Avrupa kentlerindeki örneklerine benziyor.
Yolunuz St. Petersburg’a düştüğünde gitmeniz şart olan birçok müze de var kuşkusuz. Bunlardan biri de Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’nin hayatının son dönemini geçirdiği ve artık müze haline getirilmiş olan ev. Dostoyevski’nin ya da eskiden yakınlarının şimdi de tutkulu okurlarının deyimiyle “Fedya’nın hayatının son üç yılını geçirdiği ev de mezarı da bu şehirde….
Şehrin kalbi Nevsky Caddesi’ne çok da uzak olmayan bu müze ev Kuznechny adlı bölgede. Kapıda sizi Usta’nın şapkası karşılıyor. Evin diğer bölümlerinde de yazarın ve ailesinin eşyalarını görmek mümkün. Bu, müzeyi aklınızın bir kenarına not edin. St.Petersburg’daki “makul” fiyatlı müzelerden biri.
Ruhu sürgünde bir şair
Kentin mütevazı sayılabilecek bu bölgesinden ayrılıp yine benzer bir bölgeye, hayatı trajedilerle dolu şair Anna Ahmadova‘nın müze evine düşüyor yolumuz. Liteiny Prospekt’teki bu müze eve girerseniz çok ama çok etkileneceğiniz kesin. Hele Ahmadova’nın hayatını biraz biliyorsanız, şiirlerini de okumuşsanız. Hatta müzeyi birlikte gezdiğim arkadaşım ve ben öylesine etkilenmişiz ki o mütevazı evi gezdiğimiz günün akşamında Ahmadova’nın acıları rüyamıza bile girdi.
Puşkin son nefesini burada verdi
Şair Alexander Puşkin’in Gerges d’anthes ile girdiği düello sonucu yaralanıp kanlar içinde döndüğü müze ev ise şehrin kalbinin attığı bölgelerden biri olan Moika’da. Ayaklarınıza galoşları, kulağınıza da almanız zorunlu olan sesli rehberi takıyorsunuz ve etkileyici bir ses Puşkin’i anlatmaya başlıyor. Siz o ses eşliğinde odaları gezerken sıra ünlü şairin öldüğü anlara gelince bir anda kendinizi gözyaşları içinde bulabilirsiniz. Unutmadan, bu müze ziyaretinden sonra Nevsky Caddesi’ndeki Edebiyat Kahvesi‘ne uğrayıp Puşkin mumyasıyla dertleşebilirsiniz.
Vassiliyevski Adası: Yürüyerek adaya gidelim
St. Petersburg’un görülmesi gereken yerlerinden biri de Vassiliyevski Adası. Ada dediysek İstanbul’daki gibi vapurla ya da deniz otobüsüyle gidilen bir yer olduğunu sanmayın. Otobüsle ya da köprüleri kullanıp yürüyerek gidebilirsiniz. Burada sizi mavi beyaz renkleriyle Rusya’nın ilk sanat müzesi olan Kunstkammer karşılıyor… Ama şu sıralar restorasyonda. Yeri gelmişken söyleyelim, kentte restorasyonlar son hız sürüyor. Gorkovskaya‘da bulunan ve turkuaz rengi çinileriyle insanı ta uzaklardan çağıran Tatar Camii‘nin restorasyonu geçen yıldan bu yana sürüyor.
Zayachi Adası’ndaki Peter Paul Kalesi de kentin gezilmesi gereken mekanlarından. Bu kalenin içindeki en etkileyici yerlerden biri de birçok yazar ve düşünürün çeşitli dönemlerde kaldığı Bastion Hapishanesi.
Bu arada unutmadan Peter Paul Kalesi’nin içinde insanın tüylerini diken diken eden bir de müze var Ortaçağ İşkence Aletleri Müzesi. Ziyarete girdiğinizde eşlik eden ses efektleri ve karşınızda gördüğünüz mumyalar sizi tepeden tırnağa titretiyor.
Bir de öneri, mümkünse Bastion Hapishanesi ile İşkence Aletleri Müzesini aynı anda gezmeyin. Çünkü öyle bir ruh haline bürünüyorsunuz ki toparlanmanız biraz zaman alabiliyor.
Eğer ilginiz varsa kalenin karşısında Ağır Silah Müzesi var. İsterseniz burayı da ziyaret edebilirsiniz.
Direniş Müzesi: Leningrad geçilmez
Söz savaştan açılmışken şehirde insanı derinden etkileyen bir müze daha var: Neredeyse her yanı müzelerle dolu olan kentin ilgi odaklarından biri de İkinci Dünya Savaşı sırasındaki Leningrad Kuşatması’na adanan Kuşatma ve Direniş Müzesi.
Metroyla gidecekseniz Chernyshevskaya istasyonunu kullanmanızda fayda var. Eğer İkinci Dünya Savaşı’nın yaşandığı yıllar ilgi alanınıza giriyorsa orada gördüklerinizi unutmanız mümkün değil.
Size şu ana kadar St. Petersburg’un çok etkileyici ama kısa süreliğine giden ziyaretçilerin vakitsizlikten uğrayamadığı yerlerini anlatmaya çalıştık. Bunun dışında bu kente yolu düşenlerin uğramadan edemeyeceği yerler de var.
Bunlardan biri de Tsarskoye Selo (Çar’ın Köyü) ya da Puşkin’de bulunan Yazlık Saray. Katerina’ın Sarayı, hem altın rengi kuleleri gökyüzüne uzanan binasıyla hem de nefes kesici güzellikteki devasa bahçesiyle sizi bekliyor. Bu bahçede Türkiye’den giden ziyaretçilerin en çok ilgisini çekebilecek olan yer ise Türk hamamı.
Hermitage Müzesi’nin karşısından kalkan bizdeki deniz otobüsüne benzeyen hidrofillerle kolayca gidilen Peterhof’un ünlü fıskiyeleri ve sarayı da St. Petersburg’un görülmesi gereken yerlerinden.
Dostoyevski, Çaykovski gibi ünlülerin son istirahatgahları olan Thikvin Mezarlığı’na ve hemen yanındaki Alexander Necski Manastırına da uğrayın. Mezarlığa girerken bilet almanız gerektiğini de aklınıza not edin.
Bir de kentin neredeyse en önemli sembollerinden biri olan Dökülen Kan Kilisesi var elbette. Nevsky üzerinde yürürken ya da kentin neresinden bakarsanız bakın mutlaka göreceksiniz bu kiliseyi. İnanılmaz güzellikteki mimarisiyle sizi zaten içeri çağıracak ve karşı koymadan kapısından içeri gireceksiniz.
Kazan Katedrali ise günde birkaç kez gezeceğiniz Nevsky Caddesi üzerinde gözünüze mutlaka çarpacak. Katedralin bir bölümü de bu yıl restorasyondaydı.
Eğer Moskovsky Tren İstasyonu civarında dolaşırken Goncharnaya Sokağı’ndan girip etrafa bakmaya devam ederseniz karşınıza Romanov Hanedanı’nın 300’üncü yılı anısına inşa edilen The Cathedral of the Icon of Our Lady Feodorovskaya Kilisesi çıkacak. Hiç tereddüt etmeden girin, pişman olmayacaksınız.
“Marşirutka” Sürücüsü emekli Formula 1 pilotu mu!
St Petersburg’un dışında ne var diye merak ediyorsanız bir başka rota da Lomonosov ya da İkinci Dünya Savaşı öncesi adıyla Oranienbaum yani Almanca adıyla “Portakal Ağacı“. Finlandiya Körfezi’ne yakın bu bölgeye de metro ardından da minibüs ya da otobüsle ulaşmak mümkün. Eğer isterseniz Lomonosov’a trenle de gidebilirsiniz. Biz metro ve minibüs seçeneklerini tercih ettik.
İlk durağımız Avtovo metro istasyonu oldu. St. Petersburg’un her metro istasyonunun farklı bir özelliği ve güzelliği var. Ama Avtovo diğerlerinden daha farklı. Bizi kendisinin de yaşadığı yer olan Lomonosov’a götüren Rus arkadaşımız da özellikle bu istasyonu görmemizi istedi. Haksız da sayılmazmış. Burası, metro istasyonundan çok bir müze ya da sanat galerisi girişine benziyor.
Bir süre metroda gezindikten sonra dışarı çıkıp bizi Lomonosov’a götürecek minibüsü ya da Rusçasıyla “Marşirurtka“‘ları beklemeye başlıyoruz. Sonunda bir “Marşirurtka” geliyor, biniyoruz. Kişi başı 70 ruble uzatıyoruz ve tatilimizin adrenalin yüklü anları başlıyor.
Vyborg’teki Olaf Kulesi’ne ya da St. Isaac Katedrali’ne tırmanmak bile bizi bu kadar heyecanlandırmamıştı. Türkiye de sürücülerin trafik kurallarına harfi harfine riayet ettiği bir ülke sayılmaz ama Rus sürücüler başka ! Belki de tek rakipleri İstanbul‘da Bakırköy -Taksim arasında çalışan dolmuşların sürücüleri. Zaman zaman hızla yağan yağmurun altında son sürat, bazen ters yola girerek devam eden yolculuğumuz Lomonosov meydanında son buldu.
Dizlerimiz titreyerek indiğimiz meydanda bizi yağan yağmura eşlik eden bir güneş karşıladı. Sonra ver elini Menshikov Sarayı. St. Petersburg’un kurucusu olan Çar Büyük Petro’nun çok yakın olduğu Prens Menshikov’un adını taşıyan sarayın kelimenin tam anlamıyla muhteşem bir bahçesi var.
Durmadan yağan yağmur ve gök gürültüleri eşliğinde gezintimizi sürdürüyoruz. Rus arkadaşımız bize gezdiğimiz muhteşem bahçelerin yıllar önce bakımsız halde olduğunu sonra turistlerin ilgisi artıkça iş bilen eller sayesinde bugünkü görünümüne kavuştuğunu anlatıyor.
Sanki komünizm dönemi
Sonra da otobüse binerek bir başka güzergaha, Kronstdat‘a yöneliyoruz. Burası St Petersburg’un 32 kilometre uzağında, Finlandiya Körfezi’nde. Çar Büyük Petro’nun İsveç’ten aldığı Kotlin Adası‘nda kurulu olan kent, ülkenin en büyük donanma üssü olarak da hizmet verdi uzun yıllar. Sovyetler döneminde de kanlı bir şekilde bastırılan bir ayaklanmanın merkezi oldu. Kentteki en dikkate değer yapılardan biri eski tersane binası.
Kronstadt, St. Petersburg’da Sovyet dönemi atmosferinin en çok hissedildiği yerlerden biri. Çok fazla insanın görünmediği sokaklarında yürürken kendinizi gerçekten de Sovyet döneminde hissediyorsunuz. Belki de birçok yerde artık zamanla çözmeye başladığınız Kiril alfabesiyle yazılmış Lenina Prospekt (Lenin Caddesi) yazısı yüzünden.
Kronstadt, St. Petersburg’da Sovyet dönemi atmosferinin en çok hissedildiği yerlerden biri. Çok fazla insanın görünmediği sokaklarında yürürken kendinizi gerçekten de Sovyet döneminde hissediyorsunuz. Belki de birçok yerde artık zamanla çözmeye başladığınız Kiril alfabesiyle yazılmış Lenina Prospekt (Lenin Caddesi) yazısı yüzünden.
Kronstat’ın en ünlü yapılarından biri St. Nicholas Katedrali. Bu yapının içine girdiğinizde görkemi gözlerinizi kamaştırıyor. Sonra başka bir şeyi fark ediyorsunuz. Mimarisi size pek de yabancı gelmiyor. Bunun nedeni ise katedralin Yeni Bizans tarzında yapılmış olması.
Kronstadt gezimizi Baltık Denizi’nin kıyısına inip buz gibi havayı içimize çekerek sona erdiriyoruz. Sonra St. Petersburg’a geri dönüş yolculuğu.
Biraz da bit pazarı gezelim
St. Petersburg’da bir de bit pazarı gezelim diye bir düşünceniz varsa bu tip yerlerin en tanınmışlarından biri Udelnaya. Metroyla yolculuk şehir merkezinden yaklaşık 20 dakika sürüyor. Sonra metrodan çıktığınızda, uzakta tren rayları ve karşınızda tezgahları yola serip eski eşyalarını satmaya çalışan yaşlı insanlar.
Udelnaya’daki bit pazarının hemen arkası ise bizim bildiğimiz semt pazarlarını anımsatıyor. Şehir merkezinden daha ucuz fiyata satılan meyve ve sebzeler, giysiler vs her şeyi bulmak mümkün.
Bu bölge görsel olarak da ilginç. Elbette St.Petersburg merkezindeki görkemli mimarinin yerinde yeller esiyor. Eski ve çok da bakımlı olmayan binaların hemen yanında benzerini Türkiye’de de gördüğümüz kocaman siteler inşa edilmiş.
Bir de Budist Tapınağı
Eğer özel merakınız varsa St. Petersburg’ta bir de Budist tapınağı var. Gitmek de oldukça kolay. Metroya binip Staravaya Derevnya istasyonunda iniyorsunuz. Sağa dönüp biraz yürüdüğünüzde karşınıza tapınak çıkıyor. Ama şu sıralar restore ediliyor bilginize.
St Petersburg hakkında bilgiler
Rusya’da halk genellikle kendi dilini konuşuyor. İngilizce başta olmak üzere yabancı dil bilen kişi çok az. Ama size bir sır verelim. Eğer günün birinde kendinizi başka bir dilde ifade etmekten sıkılırsanız Türkçe konuşun. Çünkü karşınıza mutlaka Türkçe bilen biri çıkıyor. Bu ya bir Özbek ya da bir Rus olabilir.
St Petersburg, büyük bir şehir ama İstanbul kadar geniş değil. Bu yüzden en iyisi yürüyerek gezmek. Yorulduğunuz zaman metroyu kullanabilirsiniz. Bunun için bir harita edinmek ve biraz da deneyim kazanmak yeterli, İlk bakışta karmaşık gibi görünen metroyu birkaç kere kullanınca çözüyorsunuz. Bu işin tek sıkıcı yanı yürüyen merdivenlerle seyahatin uzun sürmesi.
St Petersburg geceleri: Geceler… Beyaz geceler
İki yıl üst üste St. Petersburg’a gittiğimiz dönem tam da Beyaz Geceler’e denk geliyordu. Yani günün çok uzun sürdüğü havanın iki üç saat kararıp sabahın 03.00’ında yeniden ağardığı zamanlara. Geçen yıl hava çok sıcak ve açık olduğu için Beyaz Geceler’i doya doya yaşamışız meğer. Bu yıl durum biraz farklıydı. Hem havanın genellikle kapalı ve yağışlı olmasından hem de Rusya’nın bu yıl yaz saati uygulamasına geçmemesi yüzünden Beyaz Geceler geçen yılki tadında değildi.
Geçen yıl Petrogradskaya’da ziyaret ettiğimiz efsane Avrora Kruvazörü‘nü bir kez daha görmek için deli gibi yağan yağmurun altında saatlerce yürüdük. Geminin olması gereken yere geldiğimizde ise Avrora yoktu! Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’na katılan, Ekim devrimini başlatan ve sonra da müze haline dönüştürülen bu efsane gemi, meğer bakım için başka bir yere çekilmiş.
Beyaz Gece demişken bu şehirde iki kez de tekne turuna çıkın. Biri gündüz, diğeri gece. Önce şehri gündüz gözüyle görün. Sonra da gece köprülerin açıldığı saate denk getirip bir kez daha tekne gezintisi yapın. O muhteşem köprülerin usulca açılmasını izleyin. Ya da belki başka bir gece köprülerin açılmasını kıyıda izleyip bir şenlik havasında çığlık çığlığa bağırıp eğlenenlere katılırsınız.
St Petersburg güvenli mi? Siz yine de dikkat edin
Her defasında aksi için çok uyarılmış olsak da St. Petersburg fazla da güvensiz bir şehir değil. Yine de dikkatli olmanızda fazda var. Özellikle dikkat etmeniz gereken turistik yerlerde de uyarı levhaları göze çarpıyor. Yani gördüklerinizin büyüsüne kapılıp o anı ölümsüzleştirmek isterken kamera ya da objektifiniz de dahil varınızı yoğunuzu kaybetmemek için tetikte olmanız gerekiyor.
St Petersburg’da nerede ne yenir ne içilir?
St. Petersburg’un kalbi Nevsky Caddesi‘nde atıyor. Acıktığınız zaman burada yemek yiyecek yer bulmak çok kolay. Çünkü adım başı kafe ve restoranlar var. Bunlar arasında en çok ilgi göreni ve en çok çeşit sunanı cadde üzerinde iki şubesi bulunan Market Place.
Dilerseniz, Puşkin Müzesi’ni ziyaret ettikten sonra Moika Nehri kenarında biraz daha yürüyüp Yat Kafe‘ye giebilirsiniz. Birkaç basamakla yerin altına inilen bu kafe sizi 1940’lı yıllara götürüyor. Eski şarkılar eşliğinde hem Rus hem de Fransız yemekleri yiyebilmek mümkün.
Nevsky Caddesi’ni kesen Ligosky Caddesi‘ne bulunan Cafe Du Nord‘un pastaları da kayıtssız kalınamayacak türden. Pasta demişken bu kentte pastacılık çok gelişmiş. Cadde üzerinde yürürken sayamayacağınız kadar çok pastane görebilirsiniz. Albenili vitrinleriyle sizi içeri çağırır hepsi de. Yediğiniz pastaların en dikkat çekici özelliği ise neredeyse yok denecek kadar az şekerli olması. Fazla vicdan azabı çekmeden pasta yiyebilirsiniz yani. Özellikle de Cafe Du Nord’un ekler”lerini mutlaka deneyin, pişman olmayacaksınız.
Nevsky Caddesi üzerindeki tarihi pastane Küpetz Eliseev‘i zaten göreceksiniz. Ama biraz daha ileri gidip İtalyan Sokağı’na girdiğinizde Kafe Upko sizi bekliyor. Makarnaları bir yana çok para harcamadan lezzetli şaraplar içebilirsiniz.
Eğer Türk damak zevkinden uzaklaşmak istemiyorsanız, Nevsky üzerinde birkaç tane Türk lokantası var. St Petersburg’un değişik yerlerinde faaliyet gösteren İtalyan lokantası Mamma Roma da tanıdık lezzetler sunuyor. Tam da burada bir not düşelim. Mamma Roma’da yediğiniz makarna için 30 Ruble ödüyorsanız bunun 29 rublesi makarna, 1 rublesi sosu için…
St Petersburg gece hayatı
Gece eğlenceleri için en çok tercih edilen yerler Dumskaya’da bulunuyor. Amerikalı ve İngilizler başta olmak üzere yabancı turistlerin en çok rağbet ettiği yerlerden biri Fidel Bar.
St. Petersburg’un ister merkezinde ister çevresinde nereye giderseniz gidin karşınıza birkaç tane gelin ve damat çıkıyor. Görünüşe göre kent halkı çok genç yaşta evleniyor. Bunun için de bizde genelikle adet olduğu üzere hafta sonunu beklemiyorlar. Yedi gün, 24 saat sokaklarda, caddelerle gelinlik ve damatlıkla poz veren Rus çiftler görebilirsiniz. Bu özel günün anılarını ise turistlerin arasında kentin göz kamaştırıcı parklarında, saraylarında ölümsüzleştiriyorlar.
Şehri gezerken görüyorsunuz ki bütün Lenin helkelleri, yıkılıp gitmemiş. Finlandski Tren İstasyonu’nun hemen karşısında kendi adını taşıyan meydanda görkemli bir heykeli duruyor Lenin’in. Bir de Mayakovskaya’da yükseklere su püşkürten fıskiyelerin hemen karşısında. Bu heykeller de özellikle yabancı turistlerin ilgisini çekiyor.
St Petersburg toplu taşıma tüyoları
St. Petersburg’un çok gelişmiş bir metro sistemi var, dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi. Her ne kadar şehri yürüyerek gezmek daha keyifli ve keşiflere açık olsa da metroları görmekte de fayda var. Haritaya baktığınızda gözünüz korkmasın. Birkaç denemeden sonra farklı renklerle gösterilen metro hatlarını çözüyorsunuz, şehrin kilometrelerce altında önce yukarı çıkmaya sonra aşağı inmeye alışıp yolunuzu kolayca bulabiliyorsunuz.
Eğer kapalı alan korkunuz varsa metronun ne kadar derin olduğunu, üzerinizde yolların belki de kanalların ve köprülerin bulunduğunu düşünmemeye çalışın. Bunu çözdükten sonra metro kullanmanın en sıkıcı yanı kilometrelerce derine yürüyen merdivenle inmenin ne kadar da uzun sürdüğünü fark etmek. Merdivende cep telefonu karıştıran, kitap ya da gazete okuyan, hatta bulmaca çözen insanlar göreceksiniz. Ya da 5 ya da 7 dakika süren bu yürüyen merdiven yolculuğuna katlanamayıp “sol şeritten” ok gibi fırlayarak merdiveni bir an önce inenleri…
St Petersburg & Puşkin
Geçen yıl St. Petersburg’a gittiğimizde bizi en çok cezbeden bu şehirden çıkan usta yazarlardı. Sokaklarda gezinirken “Bizim Fedya’mız bu sokaklarda yürümüş müdür”, “Alexander Puşkin burada gün batımını uzun uzun izlemiş midir”, “acaba şu köşeyi döndüğümüzde Raskolnikov karşımıza çıkar mı?” diye birbirimize sormuştuk seyahat arkadaşımla. İnanmayacaksınız belki ama Raskolnikov’u bu yıl gerçekten de bulduk ! Ama şuna da inanın ki bu kadar uzun uzun yazdım yine de bu şehir hakkında hiçbir şey anlatmamış gibi hissediyorum kendimi. Çünkü görecek ve anlatacak çok şey var daha. Belki de gelecek yıla, kim bilir.
Yazar Hakkında: Nazan Mengü
İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu’na girdi İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. Dört yıllık okulunu altı yılda tamamlayıp yazılı basında çalışmaya başladı. Yıllarca kültür sanat muhabirliği yaptı. O dönemde arkeolojik kazı bölgelerine düzenlenen iş gezilerini hiç kaçırmazdı. Sonra birden kendini internet medyasında magazin editörü olarak buldu. Hollywood ünlülerinin nereye gittiği kiminle gezip dolaştığı “mesleki ilgi alanına” giriyor. İkinci Yeni şairlerinin hayranı. Uçak korkusuna yenilmediği zamanlarda gezmeyi seviyor. Aslında en büyük hayali “gezip gezip yazmak”, yani seyahat yazarı olmak. Turistik kataloglara mesafeli yaklaşır, gezmeden önce “dersine çalışıp” okur ve araştırır. Sosyal medya üzerinden gideceği yerde yaşayan “tanıdıklar” edinir ve ilk elden bilgi alır
St. Petersburg hakkında oldukça detaylı bir gezisi yazısı olmuş, teşekkür ederiz. Yazılarınızın devamını bekliyoruz.
St. Petersburg, 1 Ekim 2019 tarihinden gecerli olmak uzere baslatilan 8 gun sureli, 30 gun gecerliligi bulunan e-vize ile; ucretsiz vizeyle seyahat/ziyaret edilebilmektedir. Bilginize. Detaylar icin: https://turkey.mid.ru/tr/consular/st_petersburg_vizesi/