Almanya‘nın başkenti Berlin, diğer Avrupa başkentlerinen farklı bir ruha sahip. Nitekim birçok şehre de rol model olmuştur. Bu açıdan ben Berlin’i Fransa‘nın başkenti Paris’e benzetiyorum. Bir yer biraz eğlenceli ve hipster bir tarza sahipse hemen Berlin’e benzetilir. Son dönemde Gürcistan‘ın popüler şehri Tiflis için Kafkasların Berlin’i benzetmesini çok duyuyorum. Peki, nereden geldik Berlin’e?
Değerli konuk yazarlarımdan olan gazeteci dostum Nazan Mengü pandemi nedeniyle gezilerine ara vermişti. Uzun bir aradan sonra ise açılışı Almanya’nın başkenti Berlin ile yaptı. Nazan’ın daha önceki yazılarını okuyanlar bilir. Nazan’dan Berlin’de görülmesi gereken yerler, Berlin’de nerede ne yenir gibi bir Berlin gezi rehberi beklenmez. Nazan farklı bir Berlin gezi deneyimini bizimle paylaşıyor. Nazan Mengü’nün gözünden Berlin ve çevresinde görülmesi gereken yerler ve Berlin gezi tüyoları… Bu kısa girişten sonra sizi Nazan’ın güzel yazısı ile baş başa bırakayım.
Alternatif bir Berlin Gezi Yazısı
Çok sevenleri kusura bakmasın lütfen, Berlin çok da ilgimi çeken bir kent değildi. Her ne kadar gördükten sonra sevdiğime karar vermiş olsam da açıkçası gitmek istediğim yerler listesinde “ilk beşte” yer almıyordu.
Elbette herkesin ‘gönül verdiği kent’ kendine. Fakat pandemi yüzünden evden çalıştığım, sadece market ziyaretleri yaptığım iki buçuk yılın ardından bir şekilde bu kente seyahat fırsatı çıkınca değerlendirmek istedim. Çünkü tarihi ve kültürel birikimi hiç de kayıtsız kalınacak gibi değil!
Gezinin sonunda ise nefes kesici güzellikte bambaşka bir kentle tanışmamı sağladığı için Berlin’e hayatımın sonuna kadar müteşekkir kalacağımı hissettim. Üstüne üstlük son gün keşfettiğim bambaşka bir noktasını ziyaret etmek için de gelecek yıla çoktan yeni bir Berlin programı yaptım bile.
Bilenler bilir… Şehirlerin, turist kalabalığına boğulmuş noktaları çok da ilgimi çekmez. Elbette oraları da hızlıca gezerim. Ama bir yere gitmeden önce hem merkezle hem de çevresiyle ilgili uzun süren araştırmalar yaparım. Bir kare fotoğrafıyla bile beni heyecanlandıracak yerler ararım. O büyük kentin “aramızda özel bir ilişki geliştirebileceğim” bir köşesi, sokağı ya da bir binası.
Görlitz! Almanya’nın en doğu noktası
Berlin gezisi kafamda şekillenmeye başladığı andan itibaren de böyle bir araştırmaya giriştim. Günlerce internette gezdim, yıllardır takip ettiğim gezginlerin bloglarına, sosyal medya paylaşımlarına baktım. Sonunda hiç ummadığım bir blogda, Almanya’da bu yaz geçerli olan 9 Euro’luk toplu taşıma biletini farkettim. Yazının sonunda ‘özel bir ilişki geliştirebileceğim’ o noktayı buldum: Görlitz! Almanya’nın en doğu noktası, o bölgeden Polonya’ya açılan kapısı. Hem de birkaç adımda!
İşte internette gördüğüm o iki kare fotoğrafın ardından alternatif Berlin gezisi programı da kafamda şekillenmeye başladı.
Elbette “Amerika’yı” yani Görlitz’i ben keşfetmedim. Ama benim için yeni bir yerdi ve internetteki araştırmalarımı derinleştirdikçe heyecanım giderek arttı. Bazılarını, sevdiğim filmlerden hatırladığım o geçmişte kalmış gibi görünen sokaklar, o güzelim binalar. İnsanın kendini izlediği ve çok sevdiği bir filmin içinde gibi hissetmesinden daha güzel çok az şey var sanki!
İşte bu yüzden Berlin’e ulaştığım ilk gün otelimin yakınındaki kentin ana tren istasyonuna gittim. Hemen ertesi gün Görlitz’e gitmek için bilet aldım. Sözün bu noktasında şunu söylemek isterim. Görlitz, birçok kaynakta Berlin’den günübirlik geziler listesinde yer alıyor. Ama Dresden’e çok daha yakın. Meraklısı için bu bilgiyi de buraya not düşelim.
Berlin Hauptbanhof’tan Görlitz’e nasıl gidilir?
Meşhur Berlin Duvarı yıkılmadan önce Doğu Almanya’da yer alan Görlitz’e ulaşmanın, benim gibi tren yolculuğundan hoşlananların çok seveceği bir yöntemi var. Merkez istasyon olan Berlin Hauptbanhof’tan, sabah erken kalkan Prag trenine biniyorsunuz. Bu tren, Çek Demiryolları ile Almanya Demiryolları ortak operasyonuyla çalışıyor.
Bulunduğum kompartımandaki koltuk komşuma olduğu gibi bazen aynı bilet Çekler ve Almanlar tarafından iki farklı kişiye satılabiliyor. Ama neyse ki o küçük sorun iki dakikada kavgasız, tartışmasız çözüldü… Bu arada Görlitz’e bir araç kiralayıp karayolundan da gitmek mümkün. Neyse biz yolculuğumuza dönelim.
Berlin’den Prag’a giden bu tren, sizi iki saatten fazla süren bir yolculuğun sonunda Dresden Neustadt’a ulaştırıyor. Sonra heyecanınızı giderek artıran başka bir yolculuk bekliyor ufukta. Dresden Neustadt’ta inip bu kez Görlitz’e ulaşmak için başka bir trene biniyorsunuz. O yolculuk da bir buçuk saat kadar sürüyor.
Ve sonunda Görlitz’e ulaşıyorsunuz! Trenden iner inmez sizi kelimenin tam anlamıyla nefis bir istasyon karşılıyor. Bana sorarsanız bu istasyonun tek rakibi İstanbul’daki Haydarpaşa Garı olabilir! Elbette Haydarpaşa kadar büyük değil ama ben istasyonu görür görmez aklıma orası geldi. O kadar zarif, o kadar güzel çünkü.
Küçük tren istasyonundan usul usul adımlarla dışarı çıkıyorsunuz. Sizi Arnavut kaldırımı sokakları ve bir anda etrafınızı kuşatan yumuşacık havasıyla Görlitz karşılıyor. İstasyondan eski kent meydanına doğru sağınıza solunuza bakarak yürüyorsunuz. Hemen belirteyim sokakların ve binaların güzelliği nedeniyle bu yürüyüş gerçekten de uzuyor.
O güzel binaların arasından süzülerek giden tramvaylar, her bir binanın önünde saatlerce durup inceleyebileceğiniz güzelliği ve elbette bu işin tutkunlarının aklını başından alacak kapılar! Evet, gerçekten kapılar! Çünkü benim görebildiğim kapıların her biri kelimenin tam anlamıyla bir sanat eseri!
Görlitz’te ne yapılır?
Ne yapılmaz ki! Bazıları bizim şansımıza kapalı olsa da ziyaret edilebilecek birçok müze var. Ama bütün bunları bir yana koyup bütün gün kentin sokaklarında dolaşabilirsiniz. İşte o sırada eğer çok film izliyorsanız, gördüğünüz mekanlar hakkında “nerede görmüştüm?” ya da “ben burayı bir yerden tanıyorum” düşüncesi kafanızın bir yerinde olacak hep.
Haklısınız! Bu küçük kente hiç gitmeseniz hatta adını duymamış olsanız bile birçok ünlü filmde gördünüz zaten! The Reader (Okuyucu) hani Kate Winslet‘a Oscar kazandıran o ünlü film, The Book Thief (Kitap Hırsızı) Oliver Stone‘un Inglorious Basterds (Soysuzlar Çetesi) filmlerinin bazı bölümleri burada çekilmiş.
Hele bir de Grand Budapest Hotel var ki… İşte o filmin o muhteşem mekanı da Görlitz’de. Wes Anderson‘ın da aklını başından alan ve filmin ana mekanı olan bu yapı, kentin en çok ilgi gören binalarından biri.
Art Nouveau tarzında inşa edilen bu yapı, Anderson’ın filminde otelin lobisi olarak kullanıldı. Fakat aslında bir alışveriş merkezi. Bu aralar burayı görmek isteyenlere kötü bir haberim var. Yapı bir süredir restore ediliyor ve içine girmek mümkün değil. “Kapı duvar” yani! Biz “ne olursa olsun birkaç dakikacık görelim” diye kapıyı zorladık ama açan olmadı!
Bu otobüs Görliwood’a gidiyor
Bu arada Görlitz sokaklarında gezerken, yanınızdan üzerinde “Görliwood” yazan iki katlı tur otobüsünün geçtiğini görürseniz şaşırmayın. Kasabanın birçok filme mekan olmasından dolayı bu türden turlar mevcut. Hangi filmler nerelerde çekilmiş deneyimli rehberler eşliğinde anlatılıyor.
Yeri gelmişken söylemeliyim ki burada çekilenler sadece yukarıda saydığım filmler değil, birçok Alman yapımı filme de mekan olmuş Görlitz.
Birkaç adımda Almanya’dan Polonya’ya ulaştıran köprü
Gelelim Görlitz’in bir başka heyecanlı noktasına… Eski şehir meydanından birkaç dakika yürüyerek bambaşka bir ülkeye, Polonya’ya, Görlitz’in kardeşi Zgorzelec kentine geçebilirsiniz. Köprünün altında akıp giden ise Nesse nehri. Bu köprüde yürürken ilk anda eğer mimari özelliklere çok dikkat etmezseniz, farklı bir ülkeye geçtiğinizi anlamıyorsunuz bile. Ama öte yandan bu farkı görmemek de pek mümkün değil.
Bunu daha önce de defalarca yapmıştım. Ama bir ülkeden başka bir ülkeye bir köprüden yürüyerek geçmek, yani kimsenin sizden vize, otel rezervasyonu ya da geri dönüş uçak bileti istememesi gerçekten paha biçilmez! İtiraf edeyim sırf bu zevki yaşamak için o Eski Köprü’nün üzerinde karşıdan karşıya birkaç tur attım.
Bu arada bu köprü motorlu taşıtlara kapalı. Sadece yaya olarak ya da bisikletle geçebilirsiniz. Otomobiliyle gitmek isteyenler için bu amaçla inşa edilen başka bir köprü de var. Bunu da buraya not edelim.
Zgorzelec’te ne yapılır?
Almanya’nın Görlitz kentinden Polonya’nın Zgorzelec kentine geçilip ne yapılır peki? Önce bu konudaki gözlemimi anlatmak isterim. Her ne kadar sınır kontrolü gibi ayrıntılar olmasa da köprüden geçtiğiniz zaman Batı Avrupa ülkesi olmayan bir ülkeye adım attığınızı anlıyorsunuz. Binaların ve sokakların görünümü değişiyor. Görlitz’in görkemi ilk bakışta Zgorzelec’te yok ne yazık ki. Onun güzelliğini görmek için biraz daha dikkatli bakmanız gerekiyor.
Zgorzelec’in yerlisi olan bir genç adama bakarsanız “Buranın bu cadde dışında (hemen köprünün önünde uzanan cadde) başka bir şeyi yok zaten.” İlk bakışta bu doğru bir önerme gibi. Zgorzelec sokakları hala artık geçmişte kalan Demir Perde yıllarının izlerini taşıyor çünkü.
Ama öte yandan belki de yaşadığı kente haksızlık ediyor bu genç adam. Çünkü Zgorzelec, hem Görlitz halkı hem de buraya giden turistler için önemli bir yer. Alışveriş yapmak isterseniz, fiyatlar köprünün Polonya tarafında daha düşük.
Zgorzelec’te Nesse Nehri kıyısında uzanan restoranlarda Görlitz manzarası eşliğinde yemek yemek… Özellikle de Polonyalıların o ünlü pierogi’lerinden yemek çok lezzetli bir deneyim. Nitekim bizimle birlikte trenden inen birçok orta yaşlı Alman’ın öğle yemeklerini Görlitz’te değil de Zgorzelec’te yediğini de gördük.
Görlitz’te ve Zgorzelec’te ne yenilir?
Bu konuda da seçenek çok! Eğer nereye giderseniz gidin memleket lezzetlerinden ayrı kalamıyorsanız tren istasyonundan çıkışta sizi bir Urfa kebapçısı karşılıyor. Ama bence farklı bir ülkede, farklı lezzetleri denemekte fayda var. Söz gelimi, eski kente yakın bir noktada bulunan Görlitzer Kartoffelhaus’ta patatesle yapılan çeşit çeşit yiyecekleri tüketebilirsiniz. Bu arada görevlilerin yerel giysilerinin de yemeğe ayrı bir heyecan kattığını hatırlatmam gerek.
Ben ne yaptım peki? Öğle yemeğimi Görlitz’te değil köprünün diğer tarafında Zgorzelec’te yemeyi tercih ettim. Food Park adı verilen bu bölgede her bütçeye uygun yemek yiyebileceğiniz yerler mevcut. Kendi adıma pierogi yemeyi özlediğim için Zgorzelec’te yemek yedim. Nesse nehri ve karşıdaki Görlitz’in manzarasını izlediğim Piwnica Staromiejska adlı restoranı tercih ettim. Tadı damağımda kalan pierogileri mideye indirdim!
Ardından da sırf binanın güzelliğine vurulduğum için (PRZY Jacubie) Jacobs Inn adlı kafede nefis bir elmalı turta yiyip limonlu soda içtim. Bana çekici gelen, 17’inci yüzyıldan kalma bu binanın görüntüsü oldu öncelikle. Bu arada her iki mekanda da yiyip içmenin Euro ile kıyaslandığında daha hesaplı geldiğini söylemem gerek.
Tam iki buçuk yıllık pandemi arasından sonra (biraz da korkarak ve maskemi pek az çıkararak) yaptığım bu tatilin beni en çok heyecanlandıran durağındaki bir gün böyle geçip gitti. Ama yetti mi? Tabii ki yetmedi. Bugüne kadar sadece soğuk ülkenin güzeller güzeli kentinde hissettiğim o duyguyu Görlitz ve diğer yarısı Zgorzelec de hissettirdi bana. Trenin penceresinden hızla akıp giden manzaraya bakarken (umarım yakında tutabileceğim) bir söz verdim: Güzel kardeş şehirler, çok uzun olmayan bir zaman sonra tekrar görüşeceğiz!
Bu arada… Görlitz ve Zgorzelec ile ilgili olarak ansiklopedik bilgi vermemeyi, sadece bu iki şehrin bende uyandırdığı duyguları ve kısacık maceramı anlatmak istedim. Küçük bir araştırmayla her iki kentin geçmişini de derinlemesine öğrenebileceğinizi hatırlatmak isterim.
Berlin’den Szczecin’e: Yeraltında tarihin farklı dönemlerine yolculuk
Söylemiştim ya kendime alternatif bir Berlin programı hazırladığımı… Bunca aradan sonra beni heyecanlandıran yerlere ağırlık vermeyi planladığımı. Bunlardan biri Görlitz ve Zgorzelec oldu, diğeri de Szczecin ya da Almanca adıyla Stettin.
Evet bildiniz, bunun için de Polonya’ya geçtim. Çünkü burada bulunan ve müzeye dönüştürülen eski sığınakta tam da ilgimi çeken iki döneme yani Soğuk Savaş yıllarına ve İkinci Dünya Savaşı yıllarına doğru iki farklı yolculuk yapmak mümkündü. Gerçekten de öyle oldu. Berlin’den Szczecin’e uzanan zorlu yolculuğu özetleyeceğim ama önce meraklılarına büyük heyecan veren bu tura değinelim. Szczecin ya da Stettin Yeraltı Turu’na kentin ana tren istasyonunun (Szczecin Glowny) hemen altından başlıyorsunuz. Burası çok eskiden metro istasyonu olan sonra da İkinci Dünya Savaşı yıllarında kullanılan bir sığınak.
Yerin metrelerce altına giriyorsunuz ve tur başlıyor… Savaş yıllarından kalma ağır kapılar, yine o dönemden kalma Almanca ve Lehçe uyarı levhaları, mankenler, sesler, ışıklandırma, konulara ilişkin açıklama panoları derken buz gibi soğuk ve yarı karanlık bir ortamda tarihin iki farklı dönemine yani İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş dönemine doğru gerçekten etkileyici bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Neyse ki yeraltından yukarıya ulaştığınızda yüzünüze çarpan ve söylediklerine göre Polonya için alışıldık olmayan sıcak hava sizi gerçek hayata çekiyor hemen.
Berlin’den Szczecin’e (Stettin) nasıl gidilir?
İşte bu kısım biraz maceralı. Elbette bir araç kiralayıp 1 saati biraz aşkın bir sürede Berlin’den Polonya’nın Szczecin kentine ulaşmak mümkün. Ama ben kendi ülkemde bile araç kullanmaya korkup ehliyetimi hatıra olarak sakladığım için toplu taşımayı tercih ettim. İlk iş Berlin Hauptbanhof’tan Angermünde’ye iki saate yakın bir tren yolculuğu. Ardından tren istasyonunun hemen dışında bekleyen otobüslerle yine iki saate yakın korkunç bir yolculuk. Hepsi Almanya’da bu yaz geçerli olan 9 Euro’luk bilete dahil. Tren yolculuğu iyi güzel ama sonraki otobüs yolculuğu işin en feci kısmıydı doğrusu. Kliması çalışmayan eski bir otobüs, insanı buharlaştıran bir sıcak, İstanbul’daki metrobüsleri aratmayan kalabalık. ‘Burada Covid 19 kapmazsam bir daha asla bulaşmaz’ (neyse ki orada da kapmadım) dediğim bir yolculuk sonrası Stettin ya da Szczecin’e ulaştık. Ve tabii ki açlığı bir kenara koyup soluğu hemen yeraltı turunda aldım.
Daha konforlu bir alternatif
Dönüş için üç aktarmalı macerayı beklerken hemen tren istasyonunun dışında güzel bir otobüs, hareketini bekleyen yolcular ve üzerindeki Berlin yazısı dikkatimi çekti. Ve gelişin aksine Berlin’e hiç kalabalık olmayan bir otobüste rahat ve kısacık bir otobüs yolculuğu: Bir buçuk saat sonra kendimi Alexanderplatz’ta buldum! Szczecin’den Berlin’e Berlinex firmasının konforlu otobüsleriyle ulaşmak mümkün sözün kısası. Tek şart önceden rezervasyon yaptırmak. Aslına bakılırsa ben son anda bu seferi öğrendiğim için sadece şoföre adımı yazdırıp 60 Zloty ödeyerek biletime kavuştum. Yolunuz Berlin’den Szczecin’e ya da tam tersi istikamete düşecekse aklınızda olsun.
Berlin’de gezilecek yerler
Aslında benim söylememe gerek yok. Berlin’de Müzeler Adası, Checkpoint Charlie, Brandenburg Kapısı başta olmak üzere gezilmesi gereken çok sayıda yer var. Buraları gördüm zaten. Ama genellikle yaptığım gibi gezimi kısacık bir zamana sığdırdım. Bu gezimde Berlin’e dair en çok ilgimi çeken dönem yani Demir Perde dönemi oldu. Yani Berlin Duvarı’nın yıkılmasından önceki dönem. Ağırlıklı olarak da bu dönemi yansıtan yerleri ziyaret ettim. Hemen kısaca bunları da anlatayım.
DDR Müzesi
Kentte en çok ziyaret edilen yerlerden biri. Müzeler Adası’nda tam da Berliner Dom’un karşısındaki bu müzede Berlin Duvarı’nın yıkılmasından önceki günlük yaşama dair ipuçları bulabilirsiniz.
Gözyaşı Sarayı: Ya da Tranenpalast…
Yine Berlin Duvarı’nın yıkılmasından önceki dönemi yansıtan bir müze. Üstelik ulaşımı da çok kolay. Berlin Friedrichstrase metro istasyonunda indiğinizde kısacık bir yürümeyle ulaşabiliyorsunuz. Üstelik giriş bedava. Doğu Almanya’ya kısa bir gezi diyebilirim.
Stasi Müzesi
Bence gezimin en heyecanlı noktalarından biriydi burası. Kentin Lichtenberg bölgesindeki müzenin bulunduğu bina, başlı başına bir heyecan kaynağı. Çünkü burası Doğu Almanya Güvenlik Bakanlığı ya da herkesin bildiği adıyla Stasi’nin eski merkezi. Dönemin Stasi görevlilerinin çalışmalarını yansıtan her türlü alet ve belgeyi görmek mümkün. Böyle kısaca anlattım ama gezmek pek de öyle kısa sürmüyor. Salondan salona geçerken, o dönemin gizlice dinleme ya da görüntüleme aletlerini izlerken geçmişe doğru bir yolculuga çıkmış gibi hissediyorsunuz. Ya da şöyle söyleyeyim: Beni çok ekileyen Başkalarının Hayatı filminin içine düşmüş gibi.
Stasi Hapishanesi: Ya da resmi Berlin – Hohenschönhausen Memorial
Burası Doğu Alman İstihbarat Örgütü’nün eski hapishanesi. Berlin’in merkezinden epey uzaklaşıyorsunuz burayı ziyaret etmek için. Ama eğer döneme meraklıysanız değiyor doğrusu… Tabii iki yanınızda uzanan ve bir zamanlar kim bilir ne acıların yaşandığı hücrelerin yer aldığı koridorlarda gezerken hissettiğiniz ürpertiyi saymazsak.
Sachsenhausen Nazi Toplama Kampı
İlgi alanıma giren konulardan biri de İkinci Dünya Savaşı dönemi. Berlin’e kadar gelip de burayı ziyaret etmemek olmazdı bu durumda. Kamp, Berlin’den trenle yarım saat gibi bir sürede ulaşılan Oranienburg’da yer alıyor. Bu kamp, belki de Auschwitz kadar “vurucu” değil. Ama yine de insanlık tarihinin en karanlık dönemlerinden birini yansıtması açısından özellikle de konunun meraklıları için ilgi çekici bir yer. Bu arada şu anda müze olarak hizmet veren kampın bazı bölümlerini gezerken özellikle de alt kata indiğimde sanki bir daha yukarıya çıkamayacakmışım gibi paniğe kapıldığımı da söylemeden geçmemeyim. Bu konuda önerim kampı yalnız gezmemeniz! Bir başka nokta daha var. Bu kadar korkunç bir yerin etrafında, bahçe içinde güzel evler, derin bir sükunet ve ilk bakışta insanın gözüne hoş görünen bir yaşam uzanıyor. Tıpkı hayatın kendisi gibi büyük bir tezat bence!
Berlin’de nerede kalınır?
Bu konuyu da sorup soruşturdum. Bana en çok önerilen yer Mitte bölgesi oldu. Hem ilk kez gittiğim hem de kent dışına çıkmayı planladığım için Berlin Hauptbanhof‘a yakın bir bir otelde kaldım. Benim tercihim Motel One Hauptbanhof oldu. Küçük, işlevsel ve temiz odası, bana gayet yeterli gelen sabah kahvaltısı vardı. Benim için en güzel yanı da merkez tren istasyonuna ve bütün toplu taşıma araçlarına yakınlığı oldu. Ayrıca 20 dakika kadar yürüyerek Brandenburg Kapısı ve Unter der Linden‘e ulaşmak da mümkün. Biraz daha yürümeyi göze alırsanız Checkpoint Charlie’ye de ulaşabilirsiniz. Hem çevreyi de incelemiş olursunuz.
Eğer kente ilk kez gidecekseniz ulaşım kolaylığı açısından Mitte’ye tercih edebilirsiniz siz de. Buna ek olarak Neukölln daha uygun konaklama seçenekleri sunuyor, Charlottenburg- Wilmersdorf‘u da tercih edebilirsiniz.
Bu arada eğer bisiklete binmeyi seviyorsanız, pedal çevirerek de Berlin’e keşfedebilirsiniz. Birçok yerde kolayca bisiklet kiralayabilirsiniz. Üstelik Berlin gerçekten bisiklet dostu bir kent. Bence motorlu taşıtlara iyi bir alternatif.
Berlin’de ne yenir?
Söylemem gerekir ki ben bu konuda kötü bir başvuru kaynağıyım. Zaten sorunlu olan midem kısacık tatilimi zehir etmesin diye farklı yemekler deneyemeyen biriyim. Ama başka ülkelerde Türk mutfağı yemeyi de sevmediğimden İtalyan lezzetlerini tercih ettim. Fakat gözlemlerime göre sokak lezzetleri de hem çekici hem de ekonomik görünüyordu. Bunu da not etmem gerek.
Yazar hakkında: Nazan Mengü
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. Dört yıllık okulunu altı yılda tamamlayıp yazılı basında çalışmaya başladı. Yıllarca kültür sanat muhabirliği yaptı. O dönemde arkeolojik kazı bölgelerine düzenlenen iş gezilerini hiç kaçırmazdı. Sonra birden kendini internet medyasında magazin editörü olarak buldu. Hollywood ünlülerinin nereye gittiği kiminle gezip dolaştığı “mesleki ilgi alanına” giriyor. İkinci Yeni şairlerinin hayranı. Uçak korkusuna yenilmediği zamanlarda gezmeyi seviyor. Aslında en büyük hayali “gezip gezip yazmak”, yani seyahat yazarı olmak. Turistik kataloglara mesafeli yaklaşır, gezmeden önce “dersine çalışır”. Eski Doğu bloku ülkeleri özel ilgi alanına girer.